TARİHE UZANAN KÖPRÜ – LİKYA YOLU
Yazı: Çiğdem Erko
Kampımızı kuracağımız Fethiye Kayaköy’e geldiğimizde saat tam geceyarısını gösteriyor ve toprak gecenin çiği ile sırılsıklam maalesef. Güneye indiğimiz için havanın ılık olduğunu söylemek isterdim ama ne yazık ki Muğla’da hissettiğimiz ayaz burada da aynen bizi karşılıyor. Karanlık, nemli ve soğuk bir kamp ortamında çadırlar kurulup, uyku tulumlarına giriliyor ve 4-5 saat sonra uyanmak üzere uykuya geçiliyor 1 saat içinde. Ben ve benim gibi hiç uyuyamayan arkadaşlarımın olduğunu saklamayacağım ama uykusunu almış olarak tüm enerjisi ile güne merhaba diyenler de yok değildi ertesi sabah. Bilenler bilir; böyle gecelerin sabahında kahvaltı bir başka güzel olur. 2 ayrı minik tüpte çaylar demlenirken, ocakta da keyifli bir ateş çıtırdamaya başlamıştı alaca karanlıkta. Herkes çantalarında getirdikleri kahvaltı çeşitlerini ortaya dökmüş ve yapılan muhteşem kahvaltı ile biz uyuyamayanlar bile enerjimizi tazeleyerek yürüyüşe hazır hale gelmiştik. İki gün boyunca yürüyeceğimiz parkur Fethiye/Ovacık’tan başlayıp Antalya Hisarçandır’da biten dünyanın en iyi 10 uzun yürüyüş rotasının başlangıcı. 1992-99 yılları arasında düzenlenmiş olup ilk kez 99 da Kate Clow tarafından yüründüğünü ve dünyaya tanıtımının sağlandığını da tırnak içinde not düşmeliyim. Tamamı 509 km. uzunlukta ve işaretlenmiş olan Likya Yolu’nu daha cok ülkemize gelen yabancılar yürüyor. Eşyalarımız aracımıza yükleniyor ve Kayaköy’den Ovacık girişine doğru yola çıkıyoruz. Tahmini 20 km lik zorlu bir yürüyüş için başlangıç noktamıza geldiğimizde hava hala soğuk ve herkes kışlık giysi ve şapkalarından ayrılamamış durumda. Sırt çantalarımıza yerleştirdiğimiz öğle azıkları, enerji atıştırmaları ve su mataralarını son kez kontrol edip yürüyüşe başlıyoruz. İlk durağımız 10 km sonra varacağımız Kirme olacak.
Yer yer oldukça dikleşen bir tırmanış uzayıp gidiyor önümüzde. 1-2 saat sonra hepimiz kışlıklarımızı sırt çantalarımıza yerleştiriyor ve yüzümüzü güneşe vererek, kah sohbet edip kah fotoğraf çekerek keyifle yürüyoruz. Sağımız giderek yükselen bir uçurum görünümünde, aşağıda ölü deniz koyunun muhteşem görüntüsü ve arkasındaki Gemiler adası ve koyu yürüyüş konsantrasyonunu bozacak kadar güzel.
Tırmanış yaklaşık 7 km boyunca hiç azalmıyor. Düzleşen noktaya vardığımızda Kirme köyüne, tırmanıştaki yürüyüşe nispeten az bir mesafedeyiz. Kirme yaşlı zeytin ağaçlarıyla süslü çok güzel bir dağ köyü, zeytin toplayan köylülerle selamlaşıp mola vereceğimiz yere doğru inişe geçiyoruz. Öğle yemeği molası verdiğimizde 11 km yolu geride bırakmış bulunuyoruz, buz gibi akan dere suyunda bazılarımız yorgun ayaklarını dinlendirirken, bazılarımız ise boylu boyunca toprağa uzanıp göğün maviliklerinde yitip gidiyoruz. Buradan sonraki varış noktamız Faralya, dünya harikası koylarımızdan biri Kelebekler Vadisinin bulunduğu yere doğru yeniden yürüyüşe başlıyoruz.
Bu kısa mola hepimizin enerjisini yeniden harekete geçirdiğinden bu muhteşem rotanın her anının keyfine vararak yürüyüşümüze devam ediyoruz. Yol boyu artık inişteyiz ve yürüyüş boyu bize eşlik eden koyların güzelliklerine kapılanlar, inişin zorluklarını iyice hissediyorlar artık. Faralya’ya vardığımızda saatler 14.00’ü gösteriyor. Kısa bir çay molasından sonra , geceyi 7 km ilerdeki Kabak koyunda geçireceğimiz ve karanlık basmadan oraya varmamız gerektiğinden fazla oyalanmadan parkurumuza devam ediyoruz. Faralya çıkışında yine zorlu bir tırmanışla orman içinde kah çam ağaçları arasından kah açıklıklardan o eşsiz deniz manzaralarını seyrederek yürüyüşümüze devam ediyoruz. Tırmanışımız bitip de inişe geçtiğimizde aşağıda muhteşem Kabak koyu gözler önüne seriliyor, bu gece konaklayacağımız Kabak koyuna varıyoruz nihayet ve o anda saatler 16.00 yı gösteriyor..
Ancak kötü bir haber bizi bekliyor, yukarıda çadır kurabileceğimiz bir kamp alanı yok!! Yorgunuz ve yaklaşan karanlık bizi biraz endişelendiriyor. Neyse ki sezon bitmiş olmasına karşın bizi ağırlayabilecek 2 ayrı ev-pansiyon buluyoruz. Pansiyonun terasından Kabak köyü muhteşem gözüküyor. Kimimiz sıcak çaylarımızı yudumlarken, kimimiz de pansiyonda bizim için hazırlanan tarhana çorbalarımızı içerek güneşi batırıyor, çadırlarla uğraşmayacak olmanın verdiği rahatlıkla akşam yemeğine dek çene çalıyor ve tembellik ediyoruz. Saat 20.00 civarı bazılarımızın çoktan uykusu gelmiş durumda, sabah erken kalkılıp yeniden yollara düşülecek olmanın yanısıra, 20 km lik zorlu bir parkuru yürümenin getirdiği tatlı yorgunluğa direnemeyen ben gibiler sıcak yatağın kucağına teslim oluyoruz. Sabahleyin saat 06.00-06.30 arası herkes ayakta. Pansiyon sahibinin sempatik eşi, otlu gözlemeleri yapmak üzere ateşi çoktan yakmış bile. Sabahın tatlı serinliğinde, terasta odun ateşi ile kaynayan semaver çayını yudumlayıp, gözlemeleri yerken akşamki yorgunluktan eser kalmamış hiç birimizde. Önümüzdeki yeni rotayı düşünüp heyecanlanıyoruz.
Yolun sarp kısmı bittiğinde saatler öğle sularını gösteriyor ve bir düzlükte zeytin toplayan köylülerin arasında yemek molamızı veriyoruz. Sırt çantalarımızda taşıdığımız kumanyalarımızı büyük bir iştahla bir solukta bitiriyoruz. Oldukça dik yürüyüşümüzü arkamızda bırakıp hafif bir eğimle yükselen patika bizi denizden 730 m. yukarıdaki Alınca köyüne getiriyor.
Gey’e vardığımızda köy kahvesinde taze demlenmiş çay bizi bekliyor. Bisküvileri yanına katık edip yudumluyor ve Likya parkurunun başlangıç bölümünü 2 günde 38 km yürümüş olmanın hazzını yaşıyor, yürüyüş süresince edinilen anıları birbirimizle paylaşıyoruz. Dönüş yolunda Gökova’ya varmadan Osman Aydın’ın yerinde kuru fasulye yemeden Bodrum’a dönüş olmaz elbette. İki günün keyif veren yorgunluğu, eşsiz kuru-pilav yenilerek taçlandırılıyor, tüm enerjimizi yenileyerek Bodrum’a değin aramızda oynadığımız oyunlarla muhteşem bir hafta sonunu bitiriyoruz. Yürüyüş güzel ama kamplı yürüyüşler bir başka güzel, BODOSK’la yeni kamplarda buluşmak üzere…
Çiğdem Erko – Kasım 2011 |