BODOSK ile bir kültür gezisi:ALİNDA

     Güneşin bulutların arasından ara sıra göz kırptığı bir Ekim günü yine düştük yollara.. Artık küresel ısınma mı dersiniz, doğayı çok kızdırdık ve intikam alıyor mu dersiniz bilmiyorum ama bu yıl sarı yaz biraz hayal kırıklığı yaşattı bize. Güneşi her yıl olduğundan biraz daha az hissettik yüzümüzde. Ama bu havalar biz yürüyüşçüler için ideale yakındırlar neredeyse. Ve bu gün rotamızı kültür gezisi yapmak üzere, Aydın-Çine’ye çevirdik doğa dostlarımız ile.

Zamanımızı dikkatli kullanarak birbirine çok yakın 2 antik kenti gezmeyi planlıyoruz . Muğla-İzmir duble yoluna Yatağan kavşağından dahil olduk ve yaklaşık 20 dakika sonra yol kenarında Menderes Barajını panoramik olarak gören seyir yerinde 5 dakikalık fotoğraf çekme molası verdik.

Daha sonra Çine ilçesini 10 km kadar geçip sol tarafa saparak 30 dakika sonra Karpuzlu ilçesine vardık. Buraya bağlı Demircidere köyünün dar sokaklarını geride bırakıp “Alinda” sapağından biraz daha içeri girdik ve evlerin dibinde aniden yükselen kent bizi adeta sersemletti.

“Alinda” bir kaynağa göre Kar dilinde “ışık” demekmiş. Kurulduğu nokta Karpuzlu deresi vadisinin batı ucunda ve tüm ovaya hakim muhteşem bir yükseltide. Köy evlerinin bazılarının dış duvarlarında buralardan alınmış heykel ve friz parçaları dikkat çekici. Daracık dik bir yoldan minibüslerimizle tırmanmaya başladığımızda, etraftaki zeytin ağaçlarının bolluğu ve kayaların yapısı dikkatimizi çekti, aynı Latmos’taki gibi. Araçlarımızdan iniş noktasına gelince karşımızdaki muhteşem kemerli bir yapının yanından patikaya girdik. Bu yapı antik Alinda kentine su getiren su kemerleriymiş (Aquaduct).

Rehberimiz Demet bizleri bu yapı ve kent hakkında bilgilendirdikten sonra yürüyüşümüze devam ediyoruz. Kemerlerin getirdiği suyun toplandığı sarnıçlar tonozlu yapı şeklinde ve toprak altında yan yana inşa edilmişler. Sarnıçları geçip manzaraya hakim bir noktada (Akropol) mola veriliyor.  Artık yemek zamanı, hafif terlemiş olanlar kuru giysilerini giymek üzere uzak noktalara yürürken, daha aç olanlar basit ama dünyanın en keyifli azıklarını çıkarıyorlar sırt çantalarından.

Kuzeyde biraz daha yüksekte bir akropol daha bulunuyor ve burasının ikamet amaçlı kullanıldığı sanılıyor. Alinda’nın tepedeki en yüksek noktada bulunan 2 katlı ve kare planlı kulelerini görünce tarihçilerin burasını neden “Karia’nın en muhteşem kenti” olarak adlandırdıklarını anlayıveriyorsunuz. Ayrıca su kemerleri o dönemin teknik ve yaşamsal izlerini çok iyi yansıtmakta. Kentin doğu eteğinde ise bir adet nekropol olduğunu görüyoruz.

Tepeden ovaya baktığınızda kentin nasıl en uygun noktaya kurulduğu ve ne kadar çok alanı kontrol edebilir olduğunu gördüğünüzde hayranlık uyandıran bir duygu sarıyor insanı. Sohbet konusu elbette içinde bulunduğumuz kent ve Kraliçe Ada’nın buraya sürgün edilerek başkent yapması ve tarihsel olarak kazandırdığı önem.  Kentin MÖ 334 ten daha önce yapıldığı sanılan surları ve onları takviye eden duvarları çok ihtişamlı.

Ama ne yazık ki yüzyıllardır kentin taşları pek çok uygarlıkta kullanıldığından günümüze erişmiş olan kısmı pek az. Kent’te 2 adet akropol bulunuyor. Tepedekinin güney yamacı oldukça dik ve kayalık. Burada yer alan tiyatro kalıntısı ile hemen altındaki Agora ve 3 katlı stoa muhteşemler. Tiyatronun iyi durumda 35 sıra oturma yeri mevcut ve çok güzel bir duvar işçiliği göze çarpan özelliklerinden.

Tiyatrodan aşağıya indiğimizde vardığımız son nokta inanılmaz bir biçimde ayakta kalmış duvarları ile bir ticaret merkezi. Havada adlandıramadığımız bir dinginlik var; bir huzur ve farklılık. 90×30 ölçüsünde, 15 metre yüksekliğinde ve 2 katlı olan  Agoranın ise ilk katında dükkanlar olduğu bilgisini öğreniyoruz. İkinci kat ise çift sıra yarım sütunların oluşturduğu uzun bir galeri görünümünde.

Köyün içinde evlerden çıkan ve belli ki ziyaretçilere alışkın köy sakinleri ile sohbet edip, sevgiye aç sözde sahipli köpekçiklerle arkadaşlık etmeyi de ihmal etmediğimizi bilmelisiniz. Kısa bir çay molasından sonra bizi Karpuzlu’da bekleyen minibüslerimize biniyoruz ve 2. durağımız buraya 20 km uzaklıktaki Alabanda.
Antik kentin kalıntıları üzerine kurulmuş Araphisar köyündeyiz az sonra. Karya dilinde At (Ala) ve zafer (banda) sözcüklerinin birleşimiyle oluşmuş bu isim. Kentte dikkati çeken en önemli yapılar şüphesiz Apollon tapınağı, ve Tiyatrosu, insanın nefesini kesmek deyimi burası için söylenmiş olsa gerek diye düşünmekten alamıyorum kendimi. Biraz ilerleyince Kent meclis Salonu olarak kullanılan bir binanın kalın duvarları ile tanışıyoruz. Yapılan kazılarda 2 tapınağın temellerine ulaşıldığını öğreniyoruz.  Kentin doğusunda yer alan lahitlerin çokluğu da burada bir nekropol olduğunu anlatıyor bize. Yazılı bilgilerden burada yaşayan her genç kızın mutlaka “harp” çaldığı, halkın lüks ve refah içinde yaşadığını öğrendiğimizde, hayal dünyasında biraz gezintiye çıkmanın zamanı geldi galiba.   

Aynı Alinda gibi burada da su kemerleri ve tiyatronun varlığını anlatan son kalıntılardan sonra erken inen akşamı geride bırakarak dönüş yolu için arabamıza biniyor ve az yürüyüş, bol kültür ve tarih ile dopdolu geçen bir günün keyfini yaşıyoruz yol boyu. Günümüzün acıtan gerçekleri ile kıyaslandığında antik kentin yaşamsal inceliklerini hissetmek iyi geldi hepimize, yeni yolculuklarda buluşmak üzere…

Çiğdem Erko