Altıparmaklar KAÇKAR
|Dağcılık federasyonu 17-21 Ağustos 2001
Artvin-Yusufeli Külüpler Altıparmak tırmanışı
Federasyonun kulübümüze tanıdığı iki kişilik kontenjanla gittiğimiz Altıparmak tırmanışı bizim ilk kez federasyonun bir faaliyetine katılıyor olmamız nedeni ile gerçekten çok önemli idi. Eşim Ahmet ve ben iki günlük yolculuk sonunda ulaştığımız Yusufeli’nde, Dağcılık Federasyonu Başkanımız Alaaddin Karaca ve Türkiye’nin çeşitli kulüplerinden gelen 25 dağcı ile 17 Ağustos’da buluştuk. Yusufeli Beden Terbiyesi Müdürlüğü’nde yapılan bilgilendirme toplantısı ve Hükümet Konağı önünde yapılan törenin ardından iki minibüsle, 2 saatlik yolculuğun ardından kamp yerine araba ile gidilebilecek en yakın noktaya ulaştık. Minibüslerden inip çantalarımızı sırtımıza aldığımızda başlayan şiddetli yağmur, 3 saatlik yürüyüşümüz boyunca bize eşlik etti. Kamp yerimiz Nazara Yaylası ile Altıparmak Tepesi arasında 2800m yükseklikteki Amaniskip Yaylası idi. Kamp yerine ulaştığımızda hava kararmaya başlamış ve yağmur dinmişti. Yolculuğun yorgunluğuyla çadırlarımıza çekildik ve tırmanış planlarımızı ertesi güne bıraktık.
Ertesi gün sabahın erken saatlerinde, çadırlarımızda yaptığımız kahvaltının ardından tüm dağcılar kendi grubunu oluşturarak zirvelere doğru yola çıktı. Biz de federasyonumuzun eğitmeni Tekin Hoca, Kayseri Dağcılıktan Altimur ve Ümran ile Altıparmak Dağlarının kamp yerimizden çıkılabilecek zirvelerinden Ortataş’a tırmanmak üzere zorlu yürüyüşümüze başladık. Doğrusu yürüyüşün en zorlandığımız kısmı yaklaşık 45dk. Süren çarşak tırmanışı idi. Kondisyonumuzun ne kadar yetersiz olduğunu anlamamız fazla uzun sürmedi. Gene de Tekin Hocanın yardımları ile Ortataş’ın zirve öncesi düzlüğüne ulaşabildik. 3270 m.deki zirveye, kayaların oldukça kaygan olması ve yanımızda ip götürmememiz nedeni ile bizleri riske atmak istemeyen Tekin Hoca yalnız tırmanış yaptı. Bizse zirvenin yakın bir noktasına kadar serbest tırmanışla ancak ulaşabildik. Manzara muhteşemdi doğrusu. Karadeniz’in el değmemiş doğası, çok yakınımızdaki zirvelere çarpıp geri dönen sis denizi hayret uyandıracak güzellikte idi. Kamp yerine geri döndüğümüzde neredeyse akşam olmuştu. Diğer rotalara tırmanan arkadaşlarla yaptığımız bilgi alış-verişlerinden sonra ertesi günkü rotamızı Karataş Tepesi olarak belirledik. Yorgunluktan bitkin halde çadırımıza vardığımızda yemeğimizi yerken gözlerimiz kapanmaya başlamıştı bile…
19 Ağustos sabahı kahvaltının ardından 13 kişilik bir grup Rize Dağcılık Kulübü Başkanı ve Federasyon eğitmeni Bayram Tarakçı’nın öncülüğünde Karataş’a doğru yola çıktık. Dik patikaları tırmanarak vardığımız Kara Göl büyüleyici idi. Kısa bir dinlenme molasından sonra zirveye doğru hareket ettik. Ve bu tırmanış bana dağcılığın ne kadar riskli bir spor olduğunu canlı olarak yaşattı. Ümran, Altimur ve ben grubun en gerisinde sıra halinde yürüyorduk. Kısa bir kaya tırmanışını bitirmiş Altimur’un tırmanmasına yardımcı oluyordum. Tutunmak üzere olduğum bir kayadan son anda gevşek olduğu için vazgeçmiş ve ona dikkatli olmasını, kayaların sağlam olmadığını söylemiştim. Ancak onu göremeyeceğim bir yerde idi. Birden büyük bir gürültüyle kayanın yuvarlandığını ve Altimur’un can havli ile bağırdığını işittim. Altimur’dan ses gelmiyordu artık. Ölmüş olabileceği düşüncesi ile bütün bedenimin ürperdiğini hissettim. Ümran’a seslenerek yaşıyor mu? Diye sordum. Neyse ki yaşıyordu. Hemen bel çantamdaki düdüğümü var gücümle öttürüp bizden oldukça ilerideki arkadaşlara seslenip yardım istedim. Koşarak gelen arkadaşlarla Altimur’un yanına indiğimizde acılar içinde yerde uzandığını gördük. 6-7 arkadaş yaralı Altimur’u sırtlayarak kamp yerine geri götürmek üzere yola çıktı. Telsizle kamp yerinde kalanlardan yardım istendi. Bir anlık dikkatsizliğin nelere yol açabileceğini o anda daha iyi anladım. Altimur Kış kamplarını da bitirmiş, tecrübeli bir dağcı olmasına rağmen dikkatsizliğinin kurbanı olmuştu. Allah’tan kaza sırasında kafasına darbe almamıştı. Kaya ayağına düşmüş ve ayak bileği kırılmıştı. Ayrıca yuvarlandığı için vücudunda bereler vardı. Ancak çok daha kötüsü olabilirdi.
Geride kalan az sayıda arkadaşla tırmanışı tamamlamaya karar verdik. Çökmüş olan moralimizle ulaştığımız 3330m. yükseklikteki Karataş’da çiseleyen yağmur, sis ve grubun kalabalıklığı nedeni ile zirvenin 10-15m altında kısa bir süre kalıp dönmek zorunda kaldık. Akşam kampa döndüğümüzde kamp doktorunun ilk müdahalesini yaptığı Altimur’un ertesi gün Yusufeli’ne geri döneceğini öğrenip rahatladık. Bizim dışımızda Altıparmakların en yüksek zirvesi 3332m.deki Marsis’e çıkan dağcılardan rota hakkında bilgi aldık. Akşam kamp ateşi etrafında şarkılar söyleyerek Altimur’un acılarını hafifletmeye çalıştık. 20 Ağustos sabahı Altimur’u katır sırtında Yusufeli’ne uğurlayıp, kamp süresince oldukça samimi olduğumuz birkaç arkadaşla kamp yerine hakim bir düzlüğe gitmeye karar verdik. Burak, Mesut, Emel ve biz düştük yollara. Son günümüz olduğundan daha çok trekking havasında geçen yürüyüşümüz oldukça keyifli ve eğlenceli idi. 1,5 saatlik yürüyüşle ulaştığımız Satibe düzlüğü bence civarın en güzel yaylası idi. Satibe’de rastladığımız Katırcı Ali’den, bulunduğumuz yeri karşı köye bağlayan ve ormanın içinden geçen patikayı öğrendik. Ali’nin harika dut kurularını atıştırdık ve köye doğru yola çıktık. Amacımız köylülerle yakınlaşmak ve yöresel yemeklerle karnımızı doyurabilmekti. Ormanın içinden yürümek eğlenceli olduğu kadar ürkütücüydü de. Ayı izleri, zehirli mantarlar, tepemizde çakan şimşekler… Sık ağaçlıklarla kaplı orman bittiğinde karşıda köy görünmüş, bizim açlığımız da sınıra dayanmıştı. Bizleri kırk yıllık dostlarıymışız gibi karşılayan köylüler kocaman demliklerle çay demleyip yanına da yörenin yemeklerinden; guymak, muhlama, reçel ve köy ekmeği verdiklerinde, 5 yıldızlı bir otelde yemek yemekten daha güzel geldi bize her şey. Köylülerle vedalaşırken akşam kampa gelip tulum çalmaları için söz almıştık bile.
Kamp yerine döndüğümüzde o kadar keyifliydik ki bizimle gelmeyip başka rotalar izlemiş olanlar bizimle gelmedikleri için pişman oldular. Ama guymak ve süzme yoğurttan onlara da getirmeyi ihmal etmemiştik. Akşam tulumlarını alıp gelen köylülerle horon teptik. Bunun ne kadar da zor olduğunu ancak yaşayan bilir. O kadar hareketli ve değişik ki yörenin horonu; çökmeler, kalkmalar, sallanmalar… Tam olarak Karadeniz’in dağlarının zorluğunun halk motiflerine yansıması olduğunu anlıyor insan. Keyfimize diyecek yoktu. Ertesi gün dönecek olmanın hüznü sardı hepimizi. Gece geç saatlere kadar uzun süre görüşemeyeceğimizi bildiğimiz dağcı dostlarımızla sohbet ettik ve birbirimizin e-mail adreslerini ve telefonlarını aldık. 21 Ağustos sabahı çadırlar toparlanırken tek dileğimiz en kısa zamanda buralara tekrar gelebilmekti. Güneşli bir havada ayrıldık kamp yerinden. Yusufeli’ne döndüğümüzde Bodrum Doğa Sporları Kulübü BODOSK’dan arkadaşımız Hıdır Çam Kaçkar zirvesine çıkmak için bizi bekliyordu. Yolculuğumuza devam etmek üzere federasyon başkanımızla ve dağcı arkadaşlarımızla vedalaştık.