19. Esence Yedigöller Dağcılık Festivali

Dağların sesi geliyordu uzaktan, bir çağrıydı.O görkemli duruşları ile bizi bekliyorlardı. Uzun zaman olmuştu tırmanış ve kamp yapmayalı. Özlem içindeydik eşimle birlikte.Çocuklarımızı artık büyütmüştük. Onların da istekle kalacağı akrabalarımız vardı.Büyük bir heyecan içindeyim.Yeni bir yer tanımak, insanları, kültürleri, gelenekleri ile güzel olacaktı. Bilinmeyen yerler insanı hep çeker.. Beni çeken bir başka nokta daha vardır, dağlarda yüksek yerlerde kendi başınıza asla göremeyeceğiniz harika doğa manzaraları. Doğa aşığı olan ben doğa sporları ile tanıştığımdan beri çok mutluyum.Neler görüyorum neler. Spor yapıyor olmak ise artısı.

Esence dağlarında bizi bekliyor, büyük bir heyecan içindeydim. Zorluk derecesi nasıldı? Benim daha önce yaptığım en yüksek zirvem, 3549 metre olan Esence zirvesinin yarısından daha azdı.Bizim gibi değişik illerden farklı bölge insanlarından kimler vardı?

Yöresel özellikleri ile tam bir Anadolu şehri Erzincan. Çıplak dağlar sanki elle okşanmayı bekliyor. Birinci günümüz: Sabah İl Spor Müdürlüğünde buluşup insanlarla tanışıyoruz.Edkik başkanı Yılmaz Ünal. Kamp kahvaltılarımız için alışverişlerimizi yapıyor minibüslere yerleşiyoruz.Munzur dağı ile Kesişli dağı arasında kalan yollardan Girlevik Şelalesine doğru yola çıkıyoruz. Erzincan depremi ile yıkılmamış evler tek katlı bahçeli ve yemyeşil ağaçlarla dolu. Depremde yıkılan evlerin yerine yapılan yeni binalar eski evler gibi yapılabilseydi keşke. Depremde ölen kişilerin yattığı mezarlıkları, cirit atlarının yetiştirildiği at çiftliklerini izleyerek Karacasu nehrinin üzerinden geçip yeşil ovaların uzandığı yollarda ilerliyoruz. Şeker pancarı, fasulye, ay çiçek tarlaları…Molloköy beldesinde Cemevi inşaatı ile karşılaşıyoruz. 1200 metre de buz gibi şelale suları ile serinliyoruz, HES’lerle suları oldukça azalmış olduğunu anlatıyor Erzincan’lı rehperimiz Edkik ekibinden Ali Yiğit. Eski fotoğraflar doğruluyor anlatılanları. Ayrılırken lahmacun ikram ediliyor ayran ile. Arkamızda Munzur vadisi milli parkını bırakarak yolumuza koyuluyoruz.Sulak yerlerde salkım söğütler, kavak ağaçları, elma , ceviz, kayısı ağaçları yol kenarında yer yer görülüyor.Buğdaylar biçilmiş tarlalar dinlenmede. Bulutlar dağların üzerinde. Ulu köyde öğle namazı için mola verilince bizde köyü geziyoruz. Salkım domatesler, yol kenarlarında kuşburnu ağaçları.

Tekrar yola koyuluyoruz Çayırlı’ya doğru. Sazan ve kefal balıklarını içinde barındıran Fırat nehri’nin üzerinden geçiyoruz. Balıkçıl kuşları görüyoruz kıyılarda. Erzurum yoluna koyuluyoruz. Büyük baş hayvanlar otluyor ovalarda. Bir yanımızda Fırat nehri bir yanımızda dağlar. Fırat nehri boyunca tren yolu.. Sağda Munzur Erzurum’a varmadan bitiyor. Solda Kesiş dağları.Her iki tarafta üzüm bağları. Daha sonra kendiliğinden çıkmış Meşe ve ardıç ağaçları. Benzin istasyonunda çeşmeden akan su ile avuçlarımızı doldurarak susuzluğumuzu gideriyoruz.

Giderken solda İpek yolundan kalan köprü kalıntıları ile karşılaşıyoruz.Mercan beldesinden Çayırlıya dönüyoruz. Tarlalarda ayçiçekler, anızların üzerinde otlayan büyükbaş hayvanlar, fasulyeler, kavak ağaçlarının ardından Çayırlı. Yine bir mola veriliyor. Bizde kamp alanına varmak istiyoruz bir an önce.Tekrar yola koyuluyoruz. Arı kovanları, sığır, kuzu sürüleri, fasulye ve pancar tarlalarını izleyerek Esen yaylasında ilerliyor Yayla kente giriyoruz, giderek yükseliyoruz gök yüzüne doğru. Tarlaların olmadığı alanlarda ilerliyoruz. Belli bir noktada minübüslerden komyona transfer ediliyoruz. Sırt çantalarımızla birlikte kamyonun kasasında sarsıla sarsıla ilerlerken belediye küçük bir dolmuş göndermiş, benim gibi 5-6 kişi kamyondan kurtuluyoruz.Kamp alanına nihayet vardık. Askerler nöbette. Bize önlerindeki düz alanı gösteriyorlar kamp için daha uzaklarda sizi koruyamayız deyince,akşam olmadan çadırlarımızı kurmak üzere işe koyuluyoruz. Kısa bir süre sonra EDKİK başkanından haber geliyor, kamp alanı ilerde göl kenarında olacakmış. Tekrar çadırları söküp yukarı Edkik başkanının Federasyon arabası eşyalarımızı taşınıyor. Kamp bir gölün kenarında. Dağlardan gelen sular kayaların üzerinden akıyor çağıl çağıl. Bir yanda yine daha sessiz akan bir su göle doğru ilerliyor. İşler bitiyor. Akşam yemeği olarak dürüm arası döner ikram ediliyor . Benim gibi et

yemeyenler kendi başlarının çaresine bakıyorlar.Gece karanlıkta gökyüzüne yıldızlara bakmak kadar muhteşem bir şey olamaz,yorgunluğumuz hafifliyor. Gözlerimi zorlukla ayırıp yatmaya çadırlarımıza giriyorum. Aklım dışarıda kalıyor. Çok zor uyuyabiliyorum. Soğuk ta beni çok rahatsız ediyor. Dışarı çıkmak için bir bahane buluyorum, bir daha gökyüzünü görmek için. Ay ile karşılayorum.Doğarken karşılaşsaydım keşke daha güzel oluyor çünkü.

İkinci Gün:Ertesi sabah 6.30 da hareket ediyoruz. Toplam 59 kişiyiz. Gurubun yaş sınırı 8-65. Zirve yapmak isteyen kendine güvenen herkes kabul ediliyor. Çünkü grubun içinde zor parkurlarda hemen devreye giren eğitim almış arkadaşlarımız hazır. Bunu tırmanış boyunca zorluklarla karşılaştıkça bizzat yaşayan biri olarak anlatıyorum.Hemen önümüze büyük göl çıkıyor . Çok güzel. Yanı başında küçük göl. Tırmandıkça arkamıza dönüp uzaktan bakıyoruz geçtiğimiz yerlere. Mor, sarı değişik renklerde tek tek çiçeklerle karşılaşıyoruz yer yer. Dağların rengi turuncu , göller masmavi turkuaz. Göl kıyılarında yeşil otlar. Kırılmış kaya tabakalarından dağlarla karşılaşıyoruz . Zorluk çekenler liderimizin hemen arkasında.

4 saatde zirvedeyiz. 3549 metre. Hayatımda çıktığım en yüksek zirve. Erzincana doğru baktığımda 9 sıra dağ sayıyorum. Göller, masmavi deniz gibi. Liderimiz Yılmaz Bey Erzincan’da 100 dağ olduğunu söylüyor.Ve köyü Karakaya’yı gösteriyor eliyle, “Çocukluğumuz buralarda geçti, bu dağlarda büyüdük” diyor. Çok keyif alıyorum zirvede olmaktan dolayı. Panorama muhteşem. Bulut olduk sanki. Maalesef bu keyfimiz kısa sürüyor.Yükseklikten etkilenenler nedeniyle dönüşe çok çabuk geçiyoruz.

Kaya düşebilir diye grub ikiye ayrılıyor. İnişimiz farklı bir rotadan .Daha kısa sürüyor çıkışa göre. İnişte biraz daha fazla zorlansamda yardım aldığım için başarıyorum. Büyük gölde serinlemek üzere yüzmek istiyoruz ama ne yazık ki mayolarımız yok. Gruptan 2-3 genç gölde yüzüyor.Elimizi yüzümüzü yıkıyoruz, oh buz gibi. Gurup parça parça dönüyor, kamp alanına. Yorgunuz, buz gibi göl sularında ayaklarımızı dinlendiriyoruz. Elimizi yüzümüzü yıkıyor otların üzerine seriliyoruz. Derinden bir oh çekiyoruz. Akşam yemeği hazır oluyor, ben karpuz yok mu diyorum, içim yanmış tüm gün boyunca. Dürüm arası döner, ardından büyük bir karpuz geliyor, paylaşıyoruz. Ardından sıcak içeçeklerimiz, ayak üstü sohpetler. Çadırda dinlenmeye çekiliyoruz. Daha sonra sertifikalarımız dağıtılıyor. Gece yarısı yıldızlar gök yüzünde bize ışık oluyor. Bu gece yorgunluktan ay için uyanamıyorum.

Üçüncü gün: Çadırlarımızı topluyor, grup olarak kahvaltımızı yapıyor kamyonlarla dönüşe geçiyoruz. Ekşi Suda çeşmeden akan ve vanası olmadığı için kapatılmayan doğal maden sularımızı içiyoruz. Serinliyoruz.

Nasıl iyi geldi bilemezsiniz.Çalışan insanların tatil ihtiyacı kaçınılmaz. Bu sefer dağların sesi, havası, kokusu, serinleten rüzgarları ile dinlendik. İnsan tatilini farklı bir uğraş ile geçirince daha iyi dinleniyor, vücudu yorulsa bile.

Bir gün daha Erzincan’da kalıp bakırcılar çarşısını, buğday meydanını, Erzincan peynirlerini bulup hatıra ve hediyelerimizi alıyor, Erzincan’a bir daha gelmek üzere ayrılıyoruz. Bu dağları karla kaplı görmek, üzerinde yürümek, kayak yapmak ne kadar keyifli olur ne dersiniz?

Naciye Gümüşsu Erdoğan